Açılış Sayfam Yap   Sık Kullanılanlara Ekle   

   Anasayfa          Künye          Yazar Girişi         Sitene Ekle         Arşiv
 
TORLAKONDAN - HAİNDEN ŞAHİN OLMAZ... - TÜRK FİLOZOF TORLAKON
   
 HAİNDEN ŞAHİN OLMAZ...

HAİNDEN ŞAHİN OLMAZ...
 Yazı Boyutu

 Tarih : 24.07.2008 - 20:23:58


Terörü azdırmak, sokaktaki insanları dağa göndermek ve dağdakileri de alkışlayıp taltif etmek için çabalayıp duran meclisteki maaşlı hainlerden kimilerine güvercin, kimilerine de şahin payesi verilmekte.

 

Merhaba canlar,

"Erzurumlular niçin dağa çıkmıyor?" başlıklı makaleden dolayı tebriklerini ileten güzel insanlarımıza ayrı ayrı teşekküre zaman bulamadığım için affımı diliyor; yürekleriyle onayladığı veya onaylamayıp da kızdığı halde tepkisini dile getiremeyenlere de anlayış gösteriyor; alttaki çağrısını bildiren bir okuyucum vesilesiyle de, söylenmesi gereken bazı gerçekleri dile getirmeyi uygun görüyorum.

Demiş ki okuyucum:

"Oldukça duygusal, öfkeli ve akılcı yazınızdan etkilenmemek mümkün değil. elinize sağlık. siz yazmamışsanız yazanın eline sağlık. Burada bir konuya dikkat çekmek istiyorum.

pkk teröristleri vakti ile düzde eylem yapıyor ve onları yakalamak daha kolay oluyordu. 12 eylül düzenleyicileri ve yöneticileri güya bu millete hizmet etmek adına abd li akıl hocalarının isteği ile bu teröristleri dağa gönderdiler. ondan sonra bunları yakalamak daha da güçleşti, devlete kafa tutar hale getirdi.

sizin önerinizin "dağa gönderme" kısmı üzerinde de değerlendirme yapmanızı bekliyorum.

saygı ile,"

Saygıdeğer okuyucum,

"Doğru bilgiyle desteklenmeyen mantık terazisi yanlış tartar."(Torlakon öğretisi)

Pkk teröristleri 12 Eylül'den sonra türemedi. Daha önce de vardılar fakat isimleri "Apocular" idi. Ayrıca, daha başka yandaş örgütleri de vardı.

Onların veya başka örgütlenmelerin o vakitler "düzde" eylem yapıyor olmaları, oluşturulan kargaşa ve yönetimsizlik nedeniyleydi. Ayrıca o zamanlar olaylar ülkenin bir bölgesinde değil, her tarafında olmaktaydı. Devlet yanlısı ve devlet karşıtı çeşitli kamplaşmalar oluşturulup birbirleriyle vuruşturulmaktaydı. Devletten yana olanlar azınlık, devlete düşman olanlar da çoğunlukta(örgüt ve etkinlik bazında) kalmaktaydı. Bir yanda aynı silahtan çıkan kurşunlarla öldürülmüş karşıt görüşlü insanlara rastlanırken, öbür yanda da, farklı görüşlerdeki güç dengesizliğini ortadan kaldırıp olayların şiddetini artırmak amacıyla aynı dış istihbarat örgütü aracılığıyla silah sevkiyatı yapılıyordu(Bana yapılan teklifi bir başka yazıda aktaracağım).

Kardeş kardeşe düşman edilmiş; aynı Atatürk'ü önder kabul eden sağ ve sol kamplara düşmüş insanlar birbirlerini öldürmek için fırsat kollar olmuş; "faşo" veya "komo" olarak yaftaladığı emmioğlunu öldürdüğünde, memleketten bir pisliği(?) temizlediğine inandırılmıştı. Türkiye'nin hemen her yerinde sokağa çıkmak, her an çatışmanın içinde kalıp telef olma ihtimali taşıyordu. Batıdaki insanlarımızın, doğudakilerden daha şanslı olduğu söylenemezdi. Hatta ve hatta "Batının Diyarbakır'ı" olarak adlandırılan Uşak'ta sokağa çıkmak, Diyarbakır ve Şırnak'ta sokağa çıkmaya rahmet okuttururdu. Bu talihsiz ve akıldışı olayların o zamanki adına "Anarşi" deniyordu.

Devletten yana olanlar kendilerini ve devletlerini koruma tepkisi göstermekteyken, devlet karşıtı olanlar da hem devletin güvenlik güçlerini, hem de karşıt görüştekileri yok etmeye çalışıyorlardı…

Kördövüş ve ihanetin akılla mantığı kovduğu o günlerde adamakıllı bunalan halk darbeyi ister hale getirilmiş; darbenin iyice olgunlaşması için biraz daha insanımızın telef olmasını bekleyen cuntacılar 12 Eylül ile birlikte anarşiyi bir anda sona erdirmişlerdir.

Darbenin erkek mi yoksa kancık mı olduğuysa çok geçmeden anlaşılmıştır.

Bir işkence furyası başlamıştır.

Devlet karşıtı olanlar da, devlet yanlısı olanlar da işkenceye tabi tutulmuştur(Kafamıza dayanan G3 tüfekleriyle yataklarımızdan kaldırıldığımızda duyduğumuz hakaret ve küfürleri daha önce hiçbir yerde duymamıştım. Bu küfürleri yapıp dayak atanlar da asker değil, onlara kılavuzluk eden sivil giyimliler idi. Birçok arkadaşımız kendilerini işkenceyle sorgulayanları, gözleri kapalı olduğu için seslerinden tanımış ve örgütlerdeki azmettiricilerden olduklarını hayretle anlamışlardır).

Devlet karşıtlarına "Devir ulan bu düzeni! Bakalım nasıl deviriyon!" diye işkence yapanlar, psikopatlardan; devlet yanlılarına "Devletin jandarması polisi varken size n'oluyordu lan çete artıkları!" diye işkence yapanlar da Müslüman olmayanlardan seçilmiştir(Sizin Allah'ınıza sövenler nasıl Müslüman olabilir ki?)…

"Fedakarlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı."(Torlakon öğretisi)

Halbuki jandarma yetkisiz kılınmış; çoğu yerde mermisiz dolaştırılmış; yanında vurulan arkadaşını korumaktan aciz bırakıldığı için de çıldırır haldeydi. Hakeza, polis de(POL-DER, POL-BİR gibi) parçalara bölünüp birbiriyle kapıştırılmış; kendilerine yakın anarşi oluşumlarıyla dirsek teması halindeydi…

Peki nasıl olmuştur da ortadan kalkan anarşinin yerini bölücü terör almıştır?

Yıllardır kimilerinin ve hem de masonlar tarafından şişirilip az daha başımıza cumhurbaşkanı seçtirilmek istenen bir şahsın(H.Ç.) dediği gibi "Diyarbakır Cezaevi'nden" mi doğmuştur.

Dağa çıkma sebebi işkence görmüş olmak mıdır?

Halbuki 48 yıldır devletin en tepe noktalarında bulunmuş olan bu "her devrin adamı" şahsiyetin, işkencelerin sadece Diyarbakır Cezaevi'nde değil, hemen bütün cezaevlerinde uygulandığını bilmiyor olması mümkün değildir.

Fakat bu şahsiyete bir Allah'ın kulu çıkıp da; "Be Allah'ın hikmeti! İşkence, senin de pekala bildiğin gibi bütün cezaevlerinde uygulanmıştır. Peki senin meramın ne? Dışkı yedirme muhabbetine çanak tutmakla neyi amaçlıyorsun? Bir açıkla hele!" diye sormamıştır.

İsrail'de bulunan ve Dünya'nın hemen her ülkesinde üyeleri olan Peres Barış Merkezi(The Peres Center for Peace)nin uluslar arası örgütlenmesinde üyelerin hemen tamamı Yahudi. Türkiye'den sadece iki isim var: birisi 500. Yıl Vakfı Başkanı J.K., diğeri de işte yukarıda zikredilen Diyarbakırlı H.Ç. Bu vaziyetin sebebi hikmeti ne ola ki? (Neyse ki Allah'tan başımıza bir pkk yandaşı cumhurbaşkanı olarak seçilemediJ)

İşkence konusuna gelince:

İnsanlık dışı olan bu davranış biçimi, Türk insanının seciyesiyle bağdaşmaz.

"Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu" diyen rahmetli Akif atamız, milletimizin ahvaline ne de güzel tercüman olmuştur;

"Zulmü alkışlayamam! Zalimi asla sevemem!

Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem!

. . .

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim!

Onu dindirmek için çifte yerim; kamçı yerim!

Adam aldırma da geç git diyemem; aldırırım!

Çiğnerim, çiğnenirim; hakkı tutar kaldırırım!..."

Onun içindir ki milletimiz ne 60 cuntacılarını, ne 80 cuntacılarını ve ne de 28 Şubat cuntacılarını kendinden bilir. Milletimizin nazarında bu hareketleri yapanlar, Atatürk'ümüzün ölümünden sonra ve özellikle de "Şeflik Dönemi"nin ikinci yarısında kökleşen masonik yapılanmanın sürdürücüleridir. Milletimiz tarafından nefret ve tiksintiyle anılmaktadırlar.

Yakın tarihimizin karanlık bırakılan bazı olaylarına bir göz atalım:

24 Ocak 1993 günü Uğur MUMCU'nun ortadan kaldırılması,

17 Şubat 1993 günü Eşref BİTLİS Paşanın uçağının düşürülmesi,

17 Nisan 1993 günü Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın başına bir hal(!) gelmesi,

22 Ekim 1993 günü Lice'de Bahtiyar AYDIN Paşa'ya 1800 metreden(!) suikast yapılması,

04 Nisan 1994 günü Sarıkamış'ta Binbaşı Bedir KARABIYIK'a, benzeri bir suikast.

28 Şubat 1997 günü başlatılan "postmodern" olduğu söylenen balans ayarı(?),

04 Haziran 1997 günü Kuzey Irak'ta bir Couger(Puma) helikopterimizin düşürülmesi(?). Bu olayda 8 subay, 2 astsubay ve 1 erimiz şehid düşmüştür.

Sıralanan bu olaylar bir oyunun parçaları olarak değerlendirilemediği sürece, ayakta uyumaya devam edilecektir.

Hakeza; ülkenin ayağa kalkması için beyin yorup duran Adnan KAHVECİ'nin uğradığı tuhaf kaza, Diyarbakır halkının sevgilisi olmuş Hendek'li Gaffar OKKAN'a yapılan suikast, halktan biri olduğunu ve ülkesine hizmet etmek isteyen bir bürokratın nasıl olması gerektiğini örnek yaşantısıyla her ortamda sergileyen Recep YAZICIOĞLU'nun uğradığı akılalmaz kaza(?) gibi olaylar da yukarıdaki zincirin halkaları olarak düşünülmek gerektir…

"Önder; akıl sürüsünü yöneten aklın sahibidir."(Torlakon öğretisi)

05 Kasım 1997 günü Kıbrıs'taki tatbikat sırasında, müstakbel Genelkurmay Başkanımız Hüseyin KIVRIKOĞLU'na sıkılıp da kulağını sıyıran kurşun eğer hedefini bulmuş olsaydı, bugün bambaşka bir hengamenin içinde çalkalanıyor olacaktık.

Haa sahi! 28 Şubat cuntasının ilerisaha oyuncusu Ç.B.'ye JİNSA adlı Yahudi lobisi niçin madalya takmıştı? Hangi üstün hizmette bulunmuştu? Kime karşı cesaret sergilemişti?

Demek ki neymiş? Cuntacı Ç.B. ile Lice'li H.Ç aynı yolun yolcusuymuş.

Rejimin köşebaşlarını tutmuş olan hatırlılar için asl'olan, davaya(?) hizmetmiş.

Bu davaya göre Türkiye insanı sol-sağ, alevi-sunni, Kürt-Türk, laik-yobaz, çağdaş-sıkmabaş vb diyerek birbirine kırdırılacak, ülke geri bırakılacak, Irak'ın düşürüldüğü duruma hazır hale getirilecek… Bu Siyonist çarka çomak sokmaya çalışanlar da, Uğur MUMCU ile başlayan olaylar zincirinde görüldüğü gibi çeşitli şekillerde tedavülden kaldırılacaklar…

"Bir milletin bahtını, adam yetiştirmeye adanmış ömürler belirler."(Torlakon öğretisi)

***Unutmayalım! "Kapadokya-Ankara hattının doğusu bizim." diyor Siyonistler. Halbuki Tanrıları(?) Nil-Fırat arasını vaat etmiş(miş). Dörtbin yıllık faiziyle hesaplıyorlar anlaşılan. Bu arada, Nil'den yukarı doğru uzatılan bir çizginin Ankara'dan geçtiği açıkça görülecektir.

Onlar öyle hesaplıyor oladursun, bu vatanın Müslümanları ve devletinin bağlıları, ortadaki oyunu iyi görmeli ve aptallık ederek birbirine girmemelidir. Aptala acıyan son kişi öleli 36 yıl oldu…

***"Kürt-Türk savaşının ardından Kuzeydoğu Anadolu'yu da bize bırakacaklar. Ararat'a(Ağrı Dağı) da yeniden bayrağımızı dikeceğiz." diye bekleyen Ermenileri sevindirmemelidir.

***Gidişatı iyi görüp "ABD bu yıl da soykırım tasarısını kabul etmedi" züğürt tesellileriyle avunulmamalıdır.

***Müslüman Kürt halkımız kendilerini ateşin içine sürüklemeye çalışanların Müslüman olmadığını, ya dinsiz ya da hristiyan(Ermeni) veya Yahudi olduklarını iyi fark etmelidirler.

***Fıkara Yörük, Kürt, Laz çocukları dağda taşta can verirken, İstanbul ve İzmir gibi şehirlerimizin en zenginleri, en güzel semtleri tutmuş olanları, evlerine ancak torpil bularak ve sıkı bir soruşturmanın ardından, bahçıvan veya temizlikçi olarak varabileceklerimizin niçin azınlıklardan olduklarını sormalıdırlar.

***"Amerikanın çocukları" kimilerimize işkence yaptı diyerek birilerinin dümen suyuna kapılıp topyekün intihara kalkışmamalıdırlar.

***İşkencenin hemen herkese yapıldığını, işkence gören ülkücülerden büyük bölümünün hapisten çıktıktan sonra fazla yaşamayıp, beş yıl içinde öldüklerini bilmelidirler(Bunlardan sadece bir tanesinin hayatını ibret olsun diye fırsat bulabilirsem yazacağım. "Hatırla sevgili" palavralarını sıkanlar, böyle gerçeklerin olduğunu da duysunlar).

Bu vatanın sevdalıları, zaten;

"Benim devletim, benim bayrağım, benim ordum" diyorlardı, yine dediler.

"Kol kırılır, yen içinde kalır. Kan kussak da, kızılcık şerbeti içtik deriz." deyip durdular.

Körpe fidanları kesen baltayı şikayet etmek isteyip de "sapı benden" diye vazgeçen ormanın durumuna düştüler. O sapların hangi ormana ait olduğuyla uğraşıp ortaya çıkarmak yerine, kendi ormanlarına küstüler.

Halbuki ortada insani bir yanlış vardı, odunsal değil.

Diyarbakır Cezaevindeki işkencelerden sorumlu tutulan E.O.Y. 22 Ekim 1988 tarihinde İstanbul'da bir halk otobüsünde çocuklarının gözü önünde öldürüldüğü(eğer söz konusu işkenceleri yaptıysa "şehid" diyemem. Kıbrıs gazisi idi. Bilindiği gibi Kıbrıs harekatına katılanların birçoğunun ruh halleri bozulmuştur) halde, işkenceye uğrayan ülkücülerden hiçbirinin, sorumlulardan hesap sorma yoluna gittikleri görülmemiştir.

Dedim ya; sadece kendi devletlerine küsüp, ızdıraplarını yüreklerine gömdüler.

"Yarın Mahşer günü dava ederim. Siz Mahşer yerine gelmez misiniz?" diye soruyor, Narman'lı Sümmani baba(1861-1915)

Hayatta olduğuma inancımdan daha kuvvetli bir imanla inanıyorum Mahşer'e geleceğime.

Siyasi saplantılarım olmadı hiçbir zaman. Hiçbir oluşumun dümen suyuna girmedim.

"Kendi aklına hakim olamayanlar, başkalarının aklına mahkum olurlar."(Torlakon öğretisi)

Oysa insani saplantılarım vardı, hiçbir zaman kurtulamayacağım. Üzerimde ve aldığım nefeste hakkı olan atalarımı, yoldaşlarımı, şehit ve gazilerimizi unutmayacaktım.

Ozan Arif'in dediği gibi; "UNUTMADIM!. UNUTAMAM!.. UNUTMAM!..."

Her daim doğrunun, haklının ve mazlumun yanında olacaktım. Eğrinin, haksızın, zalimin, nankörün ve hainin karşısında Alp Er TUNGA gibi duracaktım.

"Öyle bir davanın inatçısı olun ki; yolunda öldüğünüzde, kul da takdir etsin, Tanrı da."(Torlakon öğretisi)

***Bu vatanın evlatlarını Türk-Kürt-Çerkez-Çingene demeden zulmeden zalimlerden hesap sorulmalıdır.

***Hayatta olmayanların da kemikleri mahkemelere çıkartılmalıdır.

Bu düşünceyi biraz vahşice bulanlara şöyle sorulabilir: "Eğer mezardan çıkan kemiklerin itirafları, değil binlerce, bir tek vatan evladının bile mezara girmesine engel olacaksa, neden olmasın?"…

***Asmayıp da beslediğimiz ve son zamanlarda "referandum" mavalları da okumakta olan çıplak resim meraklısı "nü"cü Kenan henüz hayatta. Vakit daha geçmiş değil. O ve avanesini mahkeme ettirip "İşkenceleri ABD'nin mi, yoksa, Siyonist odakların direktifleriyle mi yaptırdıkları"nın hesabı sordurulmalıdır.

***Aynı tezgah ve ihanetlerin tekerrürüne fırsat verilmemelidir.

***Menderes, Zorlu ve Polatkan ile on kadar milletvekili veya bürokratın ölümüne neden olan ve "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" diyen ayaktakımına, o kuvvetin kim olduğu söyletilmelidir.

***Atatürk'ümüzü, kendi kurduğu partisi(CHP)nin ihanetinden koruyabilmek için "Atatürk'ü koruma kanunu" çıkaran Menderes hükümetini yamyamlar sofrasına sunanların mensup olduğu kabile deşifre edilmelidir.

***"Sizi ben bile koruyamam." diyen İnönü'nün kemiklerine sorulmalıdır; "Korumaya güç yetiremediğin harici güç kimin gücüdür?" diye. "Kemikler de konuşur mu yahu!" diyenler çıkacaktır. Siz mezara bir kazma vurun hele. Etraftaki lal olmuş bülbüller derhal şakımaya başlayacaktır.

***Halkın sevgilisi Menderes ve yoldaşlarına ancak iki dönem tahammül edebilen, Erbakan'a bir yıl bile fırsat vermeyen, "Çoban Sülü" namlı şahsiyetin de altı defa gidip yedi defa gelmesine izin verip sonra da en tepeye getiren ve bugün hala konuşturan gücün karargahı ortaya çıkarılmalıdır. "Locaa! Locaa!" sesleri duyar gibiyim.

***Kimilerinin niçin ayrıcalıklı tutulduklarının sebebi hikmeti açıklanmalıdır.

***"%97 Oyla bile olsa, halkın iradesinin hakim olmasına fırsat vermeyiz" diyen "rejim bekçileri"ni kimlerin tayin ettiği, halka arz edilmelidir.

Dönmenin birine soruyorlar "Anayasa Mahkemesi başörtüsü özgürlüğünü 2'ye karşı 9 oyla reddetmiş, ne diyorsunuz?" diye. O da cevap veriyor; "Sayının kaça kaç olduğu hiç bir şey ifade etmez." Yani demek istiyor ki; "Bu zaten öylesine bir oylama. Adet yerini bulsun diye. Eğer tersi olsaydı da, 9-2 veya 11-0 kabul edilseydi bile hiçbir şeyi değiştirmezdi." Yeni bir 28 Şubat tezgahları hazır demek ki. Veya ülkeyi karıştırmak için cesedini kullanacakları "en laik" bilmem kimleri, namlunun ucunda hazır tutuyorlar. Bugüne kadar ki pek çok olayda sergiledikleri gibi.

"Halka rağmen olan düzenler, kendi evlatlarını yiyerek beslenirler."(Torlakon öğretisi)

***Türk Milleti'nin Atatürk'ünü kalkan, laiklik ilkesini de kılıç olarak kullanarak, milleti ezmeye çalışan azınlığın kurduğu tezgah ve ülkede çevirmiş oldukları dolaplar net olarak günyüzüne çıkarılmalıdır.

***Uğur MUMCU'yu cismani mevta, ERBAKAN'ı da siyasi mevta olmaya mahkum eden gücün merkezinin aynı olduğu ortaya çıkarılmalıdır.

***Kısacası; kimin elinin kimin cebinde olduğu konusunda millet uyandırılmalıdır.

***"Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" diye terennüm edip durdukları halde, demokrasi; çoğunluk durumuna göre söz sahibi olunması demek olduğu halde, Türkiye'nin de %90'ı Müslüman olduğu halde, ana ve bacılarımıza başörtüsü zulmü yaşatanların akibetlerinin tez zamanda Ariel ŞARON'a benzemesi, ve ayrıca; ikinci bir kurtuluş savaşı vermek zorunda kalmamamız dileğiyle…

Dağa çıkma ve terör konusuna yeniden dönecek olursak,

***Bozacının şahidi şıracı durumundaki danışıklı hesaplar halka anlatılmalıdır.

***Otuz yıldır müzminleşip bir kısırdöngü halini alarak kapalıdevre terör işletmesine dönüşen ve bu ülkenin değerlerini yok eden şeyin asıl amacının ne olduğu iyi izah edilmelidir.

***Bölücü akılbabalarının; "Güneydoğunun kıraç topraklarına K.rdistan'ı kurup da, batının en güzel yerlerini Türkler'e bırakacak kadar aptal değiliz." itiraflarındaki niyeti doğru değerlendirip, vatanın(Allah korusun) bölünmesi halinde bile terörün bitmeyeceği, bu sefer de batıdaki insanlarımızın birbirine yedirilmeye çalışılacağı bilinmelidir.

***Halkın temsilcisi sıfatıyla meclise çöreklenen ve "Bizim sözcümüz pkk" diyen maaşlı hainlere, gerçekte kimi temsil ettikleri sorulmalıdır.

***Kimi yerde silah zoruyla, kimi yerde halkın cehaletinden yararlanarak(ellerine verilen ipin uzandığı yerdeki partiye mühür bastırtılarak vb) aldıkları oylarla seçilen bölücülerin, bölgelerindeki halk iradesini temsil etmedikleri bilinmelidir.

***Müslüman şafi kardeşlerimizin, kendilerinin temsilcisi kılığıyla meclise giren Marksist, Ermeni bozuntusu veya Yahudi kalıntılarına kesinlikle pirim vermeyeceği bilinip, Allahsızların etki ve baskı alanında bırakılmamaları gerektiği de akıldan çıkarılmamalıdır.

***Müslümanı birbirine kırdırarak yok etmeyi amaçlayan Siyonist ve sömürgeci oyununa halkımız alet ettirilmemelidir…

Hangi mayınlı yollardan aştığımızı veya nerelerdeki pusuların önünden geçip gittiğimizi bilebilmemiz mümkün değildi elbette lakin, teröristlerin oturup kalktıkları, kan döktükleri veya ayak izleri bıraktıkları bölgelerde dolaşıp gittim, gördüm. Sofralarına misafir olduğum, evlerinde gecelediğim şafi kardeşlerimizin hiç farkları yoktu, bizim Toros Yörükleri'nden. Aynı seccadelerde kıldığımız namazlarda okuduklarımız aynıydı. Aynı salavatı getiriyorduk "Muhammed" adını duyduğumuzda. "Allah devletimize milletimize z******* vermesin, amin." diyorduk, yediğimiz lokmanın ardından. Gözyaşlarım hiç farklı akmamıştı; Doğubeyazıt'taki köy camisinde yırtık çoraplı çocuk ile, Batı Toroslar'daki cem evinde karşılaştığım elleri ve başı termeği olmuş çocuğu gördüğümde. Mümkün değildir bizim Toros Alevilerini sunilerinden ayırt edebilmek. Duvarlardaki asılı resimlerde "Adam gibi" duruşu öğretir durur hep Hz. Ali(R.A).

Ehl-i Beyt denildiğinde sarsılıp titreyeceğimi, yerdeki kilimler bile sanki biliyordu… Her tarafta aynıydı gariplik. Müslüman olmayan azınlıklar bu ülkenin kaymağını yerken, ülkesini savunan Müslüman garipler hep ön saflarda vurulup ölüyordu. Geçim derdine düşen bacıları iş ararken, fuhuş işletmecisi dümbüklerin tuzaklarına düşüyordu…

Okuyucumun; "Ovadaki teröristle kolay baş ediliyordu. Dağa çıktıklarında işler zorlaştı" düşüncesi bir yanılgının eseri. Oysa; ovada olup da her şeye sahip olan teröristlerle başa çıkmak, dağda olup da silahından başka hiçbir şeyi olmayan teröristle başa çıkmaktan kat be kat zordur. Ovadakiler holding patronu olup pek çok şeyi ve kişileri satın alabilmekte, gazetelerinin tepesine bölünmüş Türkiye haritası koyabilmekte, her türlü şantaj yollarını kullanarak yetkilileri baskı altında tutabilmekte, bu ülkenin ortaöğretim çağındaki kızlarından harem kurup kirletebilmektedirler vb.

"Asalaklar, kendilerini taşıyanların kanlarını emerek teşekkür ederler."(Torlakon öğretisi)

Birçok evrenkentimizde(üniversite) büyük sürüler oluşturup, devletine bağlı öğrencileri kovan bölücülerin marifetlerine sık sık şahit olmuyor muyuz? Fakat dümbüklerin medyası bu hain sürüleriyle değil de, onların önünden kaçan öğrencilere kurusıkı tabancasıyla yardım etmeye çalışan derbederle uğraşmıyor muydu?...

Terörle mücadelenin uzadıkça uzaması,

Devletimizin terörle mücadele eden çeşitli birimleri mevcut fakat, terörün niçin bitirilemediğini sorgulayan etkin bir birimi yoktur. Eğer böyle bir birim olsaydı, bugüne kadar terör diye bir şeyden eser kalmazdı.

"ABD Ordusu bire on kayıp veriyor. Biz üçe bir kayıp veriyoruz" şeklindeki ifadelere "züğürt tesellisi" denir. Çünkü bizim ordumuzla, ABD Ordusunun kıyaslanması bile abestir. Napolyon'a "Mısır Fatihi" demişler de; "Eğer emrimde yüzbin kişilik bir Türk Ordusu olsaydı, Dünya Fatihi olurdum." demiş. Üstelik ABD askeri, işgal ettikleri ülkelerde zıbarmaktadır. Bizim askerlerimiz işgal bölgelerinde mi şehid düşüyor?...

"Büyükler, sandığınız kadar büyük değildir." der dururum talebelerime. Elbetteki günümüzün tepedekilerini kastederim.

Ahdimiz var Hakkari'li Tahir kardaşımla. Müslümanı müslümandan ayırtmamaya.

Allahsız olanlar dağa çıkabilirler. Zaten dağda olanlar da Allahsızlar. Cehennem'in dibine kadar da yolları var.

Terörü azdırmak, sokaktaki insanları dağa göndermek ve dağdakileri de alkışlayıp taltif etmek için çabalayıp duran meclisteki maaşlı hainlerden, aldıkları maaşı, yedikleri yemeği, gördükleri her çeşit hizmeti faiziyle birlikte geri ödetmeyen devlet anlayışından ne köy olur ne kasaba.

Dönmelerin medyası kimisine "şahin", kimisine de "güvercin" payesi vermekte.

Hainden şahin olmaz ki. Olsa olsa leş kargası…

05 Haziran 2008

Türk Filozof TORLAKON


  Editör :  TORLAKON

2852 Kişi Tarafından Okundu.

Yazdır Yorum Ekle Tavsiye
 
1 2 3 4 5   Bu Habere Toplam 20 Puan Verildi
 Kaynak :  TÜRK FİLOZOF TORLAKON

 Kategori ¬ TORLAKONDAN

  Yorum ( 0 )   

Kayıtlı Yorum Bulunmuyor.

 

 Bu Kateoriye Ait Diğer Başlıklar

 
 
 

 Duyuru
  DEĞERLİ CANLAR MERHABA Torlakon ocağı, Türk Milletinin ve insanlığın bekâsı için tütmektedir. Nefesi olmak istiyorum, kâlbi vatan için atanın; sesi olmak istiyorum, toprakta kefensiz yatanın(TORLAKON)  

 
Henüz Haberlere Puan Verilmemiş..
 
Bugün için Haber Eklenmedi.
Bu Hafta içinde Haber Eklenmedi.
Bu Ay içinde Haber Eklenmedi.
 
 Takvim
 
 Ziyaretçi İstatistikleri
   
 Online : 4
 Bugün : 220
 Dün : 277
 Toplam : 1080857
 Ip No : 3.142.249.73
     
 
 Vatan Size Minnettar
 

 
 Son Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi
 
 Popüler Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi.
 
 Döviz Bilgileri

  Döviz Alış Satış
  Dolar 32.5096 32.5682
  Euro 20.9931 21.1321
 
 Hava Durumu



 
 Reklam



 

 



 
 

   © Copyright - 2008- TÜRK FİLOZOF TORLAKON - Tüm Hakları Saklıdır. 

TÜRK FİLOZOF TORLAKON

 Çilem.Net altyapısını kullanmaktadır.