Açılış Sayfam Yap   Sık Kullanılanlara Ekle   

   Anasayfa          Künye          Yazar Girişi         Sitene Ekle         Arşiv
 
TORLAKONDAN - ISSIZLIĞIN ÇIĞLIĞI - TÜRK FİLOZOF TORLAKON
   
 ISSIZLIĞIN ÇIĞLIĞI

ISSIZLIĞIN ÇIĞLIĞI
 Yazı Boyutu

 Tarih : 04.04.2012 - 09:14:43


Cevap bulunmuştu; hareket ettirilen dalın iki yakası birbirine sürterek ses oluşuyor ve ağacın köküne kadar devam eden boşluk da borazan görevi görüp, Halilin rüyalarına giren alageyik gibi böğürüyordu. Cevap bulunmuştu fakat asıl sorun yeni başlıyo

 

     ISSIZLIĞIN ÇIĞLIĞI

   Korkulu anlar insan hayâtında sayısız kere başa gelebilir ve farklı şiddetlerde hissedilebilir. Ürpertili anlar ise sayılabilir kere ve hemen hemen aynı şiddettedir; yürekler “cız” eder, bütün tüyler elektrik çarpmış gibi dikenleşir, büzülen bedenin derisi zımpara gibi kabarcıklanır, baştan aşağıya buzlu sular boca edilmiş gibi olur, alınan nefes âniden ve sesli olarak kesilir…

   Gün ortasında, şehrin en işlek caddelerinden birinin üzerindeki dükkâna girdiğimde, ürünlerin yerlerini düzenlemekte olan sırtı dönük kızcağıza “Merhaba!” diyerek bir ürünün olup olmadığını sormak istemiştim ki; bir anda “Ah!” diye ürpererek yerinden fırlayıp, baş parmağıyla üst dişlerini yukarıya iterek kulak memesini de çekiştirdikten sonra masaya iki tıktık vurmuş ve bir eliyle bağrına basarak derin bir nefes çekmişti… Onun bu ürpertisine neden olduğum için “keşke gelip sormasaydım” diye düşünürken, kendisini toparladı ve korkudan hiç anlayamamış olduğu sorumu tekrar sordurdu. Ürün varmış ve hem de kampanyada olup dörtte bir fiyatınaymış; aldım, çıktım, gittim…

   Peki, öğle vakti şehrin göbeğindeki öylesine kalabalık bir cadde üzerinde böylesine bir ürperti oluşmasının nedeni ne olabilirdi; seksen metre ötede bir süre önce yapılan ve birkaç vatandaşımızın ölümüne neden olan bombalı saldırı mı? Elbette ki o değil! Yoksa, benim tipim bir gulyabâniyi mi çağrıştırmıştı? O derece bir kaportaya sahip olduğumu da hiç sanmıyorum… Nedenin sadece bir “dalgınlık” olduğunu düşünüyorum… O kızcağız o anda her ne kadar bedenen orada olsa da, rûhen orada değildi. Kim bilir hangi cennet veya cehennem gibi bir mekânda, hangi sevdiklerinin ya da sevmediklerinin arasında, rahat veya zorda bir ânın ortasında… Eğer onu kötü bir hayâlin ortasından çekip çıkardıysam ne âlâ, yok öyle değil de iyi bir hayâlin içine ettiysem, yandı gülüm keten helva…

   Kendimle kavgam sürüyor; vatana, millete, insanlığa ele avuca gelir bir yararım olmadığı için. Üstelik bir de zararım olursa yandım gittim… Vaktiyle sofraya musallat olan bir karasineğe Osmanlı sillesi patlatacak olmuştum da; gaipten bir ses mi geldi yoksa bana mı öyle geldi, “Dünyanın corc buş gibi zalimlerine, ülkeni karıştırıp sömüren asalaklara el kaldıramıyorsun da, bir zerre yiyeceğe muhtaç benim gibi sinekçiklere mi gücün yetiyor sünepe herif?!” diye bir nidâ patlamıştı kulaklarımda. İşte o gün bu gündür mahçubum sineklere, börtü böceklere karşı…

   Evet; şehrin göbeğinde veya halkın içinde olanlar, ıssızlığın ortasında olanlara göre daha çok ürperti yaşamaktadırlar. Çünkü ıssızlıkta olanlar zaten her an bir sıradışılıkla karşı karşıya kalacaklarının beklentisindedirler…

   Gençlik yıllarımda kendime ayak uyduracak kimse pek çıkmadığı için “Yalnız kurt”ları oynuyordum. Hayâtımdaki ürpertilerin birkaçını da o aralar yaşadım. Konuyu fazla uzatmamak için sâdece ikisini dile getireyim… Çocukluğumdan beri hem çalışıp hem de okuduğum için, liseyi bitirdiğimde de tekstil atölyelerinde çalışmaya devam ediyor, bir yandan da evrenkent (üniversite) sınavlarına hazırlanıyordum. Gece vardiyasında çalıştığım birgün, geceyarısına doğru, sevdiğim fakat hiçbir zaman konuşmadığım ve de sevgimden hiçbir haberi olmayan gariban bir kızcağızla hayâl âlemimde yanyana sınava girip ona yardım etmek isterken, sınav gözetmeninin gözlerini bana dikerek “A!!!” diye bağırmaya başladığı sırada kulağımda “ANNEMLER GELDİĞİNDE……!!!” diye bir ses patlamasıyla ürperip, ruhumun bedenime âniden dönmesiyle kendime geldim. O anda, bozulan bir makineyi tamir etmekle meşgûlken arkamdan gelen patronumun kızı, çok gürültülü atölyede sesini bana duyurabilmek için kulağımın dibine yanaşmış halde bütün gücüyle bağırmaktaydı “ANNEMLER GELDİĞİNDE BENİM GELİP GİTTİĞİMİ SÖYLEEE!!!”... Aman Allah’ım! Öyle bir irkildim ki, yürek dayanır gibi değildi. Aklımın kapağı fırlamış ve üç çeyreği de buharlaşıp gitmişti sanki… O vakitler anarşi diye bir mendebur illet vardı ve kardeşi kardeşe kırdırıyordu. Hani, yapayalnız olduğum o anda birisi gelip de kulağıma silahı dayasaydı kesinlikle öylesine ürpermezdim…

   İkinci olay da yine o aylarda başıma geldi… Sırt çantamı hazırlıyor, ufuktaki tepelerden kendime hedef belirliyor ve tek başıma inceleme araştırma gezilerine çıkıyordum. Yürüdüğüm patikalara belki de onlarca yıldır ayak basılmamıştı. O gün için hedef belirlediğim son tepeye varmadan önce, sık ardıçların arasında kıvrılıp giden eski bir patikayı izlemeye çalışırken, yolum bir ağacın yere değen dalınca kesildi. Oldukça sıcak bir gündü ve in cin top oynar tarzda ortalığa sessizlik hâkimdi. Buradan geçmenin bir yolu olmalı diyerek ağacın dalını kaldırmaya çalıştığımda korkunç bir sesle ürperdim. Kan ter içinde olduğum halde sanki üzerime buzlu sular devrilmişti. Dalın altından karşıya geçtim fakat ileriye gitmedim. Çünkü belki de buraya bir daha hiç gelemeyeceğim için (ki öyle de oldu) kafamdaki sorunun cevabını bulmadan gitmemeliydim…

   Başımı kaldırıp baktığım ardıç ağacı oldukça yaşlıydı ve dibinde de bir eski yatır olduğunu fark ettim. Kim bilir bunun içinde hangi can saklı diye düşünüyordum ki, ağacın dallarına bağlanmış sayısız bez parçaları gözlerime takıldı. Bir vakitler kim bilir hangi al yeşil kumaşın şeritleriydiler fakat hepsi de solup gitmiş, sanki tek renge bürünmüşlerdi. Toprağa karışan farklı renklerdeki âdemlerin solup gittikleri gibi…

   Genellikle Aydın yöresi Yörüklerinin kullandığı o güzergâhta yakın zamanlarda hiç kimse gelip geçmemiş olmalıydı ki, ağaca bağlanmış en son bezin üzerinden belki de otuz yıl geçmişti… Yerdeki dalı tekrar tutup yavaş yavaş kaldırdığımda, aynı korkunç homurtunun tekrarladığını duydum. Dalı uçtan dibe doğru yakından incelediğimde, bir yıldırım çakması sonucu ortadan ikiye ayrılmış ve içinin de yanarak boşalmış olduğunu gördüm. Cevap bulunmuştu; hareket ettirilen dalın iki yakası birbirine sürterek ses oluşuyor ve ağacın köküne kadar devam eden boşluk da borazan görevi görüp, Halil’in rüyalarına giren alageyik gibi böğürüyordu…

   E, sorunun cevabı bulunmuştu fakat asıl sorun yeni başlıyordu; ağaca bağlanmış olan bezler, ince düşünceli genç filozof Torlakon’un beynini kemirmeye başlamıştı… Buraya “Erenler Tepesi” deniyordu. Böyle denmesine neden olan da belki yatırda bulunandı… Hadi, yatırın içindeki, kulların da Tanrı’nın da çok sevgili bir kuluydu dedik, Allah rahmet eylesin deyip işin içinden sıyrıldık. Peki ya o bezler…

Hangi dileklerle, ne umutlarla, hangi kınalı nasırlı yaşlı veya minik ellerle bağlanmışlardı?

Neler dilenmişti?

Sevdiklerine, istediklerine kavuşabilmeyi mi,

Ürünlerin bol olmasını, yavruların ikiz doğmasını mı,

Gurbete, Çanakkale’ye, Yemen’e gidenlerin geri dönmesini mi,

Vatanın işgâlden kurtarılarak özgürlüğe ve bağımsızlığa erişilmesini mi…

O dileklerin sahiplerinden bugün hayatta olanları var m’ola acep?

Yoksa hepsi de hayâlleriyle birlikte toprağa mı karışıp gitmişlerdi?...

Peki ya o ağaca çarpan yıldırıma ne demeliydi?

Çarpacak başka ağaç mı bulamamıştı yoksa bu ağacın dile gelmesini mi istemişti?

Hayâllere elvedâ mı demekti o ardıç ağacının bağırtısı?

Abdülhak Hamit’in “makber” şiirindeki “eyvah”ın feryâdı mıydı?

Yoksa, yoksa,

“Ey sen!

Issızlıkların ve yalnızlıkların adamı!

Bastığın yerlerde kefensiz ve gerçekleşmeyen hayâlleriyle yatanları iyi fark et!

Gün göremeden bu dünyadan göçüp giden ataların dileklerini iyi ilet!

Bâri torunları “son gürlüğü” görsün diye çabala, gayret et!...

Deyip duruyorsun ya;

‘Nefesi olmak istiyorum, kâlbi vatan için atanın!

Sesi olmak istiyorum, toprakta kefensiz yatanın!’ diye,

Haydi öyleyse!

Bunu sen istedin!

Çünkü ıssızlığın çığlığını sen hissettin!…”

  Editör :  TORLAKON

4012 Kişi Tarafından Okundu.

Yazdır Yorum Ekle Tavsiye
 
1 2 3 4 5   Bu Habere Toplam 220 Puan Verildi
 Kaynak :  TÜRK FİLOZOF TORLAKON

 Kategori ¬ TORLAKONDAN

  Yorum ( 0 )   

Kayıtlı Yorum Bulunmuyor.

 

 Bu Kateoriye Ait Diğer Başlıklar

 
 
 

 Duyuru
  DEĞERLİ CANLAR MERHABA Torlakon ocağı, Türk Milletinin ve insanlığın bekâsı için tütmektedir. Nefesi olmak istiyorum, kâlbi vatan için atanın; sesi olmak istiyorum, toprakta kefensiz yatanın(TORLAKON)  

 
Henüz Haberlere Puan Verilmemiş..
 
Bugün için Haber Eklenmedi.
Bu Hafta içinde Haber Eklenmedi.
Bu Ay içinde Haber Eklenmedi.
 
 Takvim
 
 Ziyaretçi İstatistikleri
   
 Online : 1
 Bugün : 223
 Dün : 277
 Toplam : 1080860
 Ip No : 3.136.26.20
     
 
 Vatan Size Minnettar
 

 
 Son Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi
 
 Popüler Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi.
 
 Döviz Bilgileri

  Döviz Alış Satış
  Dolar 32.5096 32.5682
  Euro 20.9931 21.1321
 
 Hava Durumu



 
 Reklam



 

 



 
 

   © Copyright - 2008- TÜRK FİLOZOF TORLAKON - Tüm Hakları Saklıdır. 

TÜRK FİLOZOF TORLAKON

 Çilem.Net altyapısını kullanmaktadır.